
Özgür Özel, “Adayımızın arkasına en az 1 milyon 700 bin kişi geçecek” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, NOW TV’de İlker Karagöz ile Çalar Saat programına konuk oldu. Kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan Genel Başkan Özgür Özel, ilk olarak Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleştirdiği temaslar hakkında, “Dünya çok zorlu bir döneme girdi. Avrupa da tabii ki çok tedirgin. Amerika seçimlerinden sonra Trump’ın ilk önce kendi etrafındaki ülkelere, sonra maalesef Filistin’e… Bunu Avrupalılara da çok hatırlattık. Onlar maalesef mesele Ukrayna olunca çok hassas oluyorlar. Tabii ki Pedro Sanchez’in bizim Sosyalist Enternasyonal Başkanımız, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in Filistin konusundaki hassasiyeti çok önemli. Ama genelde Avrupa, Ukrayna konusunda çok hassas ve Filistin konusunda biraz daha onu az konuşuyor gibi. Biz onu bolca dile getirdik. Ama ‘Filistinliler buradan gitsin. Biz buraya yazlık yapalım, otel yapalım, güzel işletiriz’ filan. Bu tabii çok küstahça bir tavır. Bu insanlık suçu; tehcir. Orada yaşayan insanların topraklarına göz koymuş. Onları oradan sürecek, oraya otel – motel yapacak. Yeni bir insanlık suçu. Buna en sert tepkiyi göstermek gerekiyor” dedi. Özel, şunları söyledi:
“SÜREÇ TÜRKİYE’NİN ÖNEMİNİ ARTIRIYOR”
“Şimdi Ukrayna – Rusya savaşının bitmesini istiyor kendince. O savaş bitsin, oraya hem para aktarmamak hem de oradaki değerli çip üretiminde önemli olan, pil üretiminde önemli olan bir takım maden ve mineraller var 17 tane. Onları oradan satın almak istiyor. Oraya da saldırdı. Tabii Avrupa bugüne kadar Amerika’nın müttefikliğine alışık. NATO’nun en güçlü ordusu aynı zamanda Avrupa’nın ordusuyken, bir anda Ukrayna’yı tehdit eden, Avrupa’yı tehdit eden bir dil başlayınca Avrupa’nın çok ciddi güvenlik kaygıları var. Tabii bu süreç NATO’nun ikinci güçlü ordusuna sahip olan, ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye’nin önemini artırıyor. Türkiye’yi gündeme getiriyor. Biz bu süreci zaten çok uzun süredir takip ediyoruz. Bir Brüksel programı planlanmıştı. Iratxe Garcia, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’ndaki ilerici ittifak olan siyasi akrabalarımız bizi davet ettiler. Parlamentoda gruba bir konuşma yaptım. Normal şartlarda ilginin ne kadar olduğu… Grubun yarısı dinlese çok önemli ilgi olur, neredeyse tamamının dinlediği bir toplantıydı. Bunun anlamı şu: Avrupa, Türkiye’nin ana muhalefet partisi, son yerel seçimlerin ve bütün dünyanın dikkatini çeken ki Erdoğan’ın ilk kez kaybettiği diye bakıyor onlar. ‘Şu anda Türkiye’nin birinci partisi, geleceğin iktidar partisi, Cumhurbaşkanı adayını da hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisi meselelere nasıl bakıyor ve bize ne vaat ediyor, ne anlatıyor?’ Onun için çağırıyorlar. Tabii bugünün gündemi, bu yakıcı gündem daha da ilgilerini çekiyor, onu daha çok konuşmak istiyorlar. 15-20 dakikalık bir sunuş konuşmasından sonra bir saati geçen bir toplantı oldu soru cevaplarıyla. İlk gün çok başarılıydı. Onun üstüne mesela şimdi Nisan ayında Türkiye raporunu konuşacağız, Avrupa Birliği’nin Türkiye İlerleme Raporu. Onu yazacak olan Raportör Sanchez ile çok yakın ilişki içindeyiz. Geldiğinde mutlaka bizi de ziyaret ediyor. Onunla görüştük. Pek parlak bir rapor gelmiyor. O raporun bir tarafı; Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için ne yapıyor, karnesi nedir? Orada karne perişan. Hiçbir şey yapmıyoruz. Geriye gidiyoruz. Her geçen gün geriye gidiyoruz.”
“TÜRKİYE TAMAMEN OYUN DIŞI KALMIŞ DURUMDA”
“Avrupa Birliği için mesela pandemide tedarik zinciri kırıldı, Türkiye’nin önemi arttı. ‘Keşke Türkiye üyemiz olsa’ derler. Ya da bu süreçte Türkiye’nin güçlü ordusu var. ‘Buna sahip ülke, Avrupa Birliği’nin tam üyesi olan bir ülke olsa da Avrupa Birliği’ne en önemli katkıyı verse, keşke olsa’ derler. Ama güçlü ordunuz var diye ya da iyi tarım imkanlarınız, genç nüfusunuz var diye sizi almazlar. Nasıl alırlar? Belli olan bir şey var; Kopenhag kriterlerini yerine getirdiyseniz alırlar. Türkiye, orada tamamen oyun dışı kalmış durumda maalesef. Sadece statü olarak duruyor. Ama Kopenhag kriterlerini sağlamayı bırakın… Şundan bahsediyorum 72 kriteri peşi sıra sağlayarak, ki bunlar Kopenhag kriteri değil bu diyeceklerim. Bunları sağlayarak serbest dolaşım alacaktık. Bunların 66’sını 2015 – 2016 yılında yerine getirdik. 6 tane kalmıştı. Hatırlayın; Kişisel Verileri Koruma Kanunu, terör tanımı ve siyasi ahlak yasası önemli, öbürleri INTERPOL, polis gücü vs. Onlar hallolur, üçü kolay. O gün bir yıl bile olmadan 72’de 66’yı yapmıştık. Kalan altısında bir adım ileriye gitmedik. KVKK’daki son düzenleme ile kanunda geriye gittiğimiz söylendi. Çünkü Avrupalı olmak, demokratik bir ülke olmak, özgür bir ülke olmak niyetimiz değilmiş. İktidarın niyeti değilmiş. Öyle olsa bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin sizi rahatsız eden belediye başkanlarını hapse attırmazlar. Tweet atan akademisyeni Bakırköy Cezaevi’nde 20 gün tutamazsınız. Halk TV’nin gazetecileri, Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ı 34 gün içeride tutup, sonra ‘Pardon’ diyemezsiniz. Bir başsavcı koyacaksınız, o canının istediğini alacak. Bugün bu programda sizden rahatsız olacak, alacak sizi Silivri’ye koyacak. 34 gün sonra hakim diyecek ki ‘İlker Karagöz’ün yaptığı gazetecilik. Ne var?’ O 34 gün ne olacak? Böyle yedi yıl kalanlar var içeride. İçeride Hatay halkının seçtiği milletvekili var. Ya da hepimizin canı ciğeri, Vera’nın babası Tayfun kardeşimiz var. Niye içeride? Hepimizin yerine içeride. ‘Gezi’ deyip alıyor, temsilen koyuyor. Gezi’de hiç bir çatışma olmadığı günlerde, kendisi ile görüşmeyi yapıp da ‘Bu ağaçlar artık kesilmeyecek, AKM yıkılmayacak, yerine AVM yapılmayacak. Haydi evimize dönebiliriz’ deyip de tepki alan Tayfun’u, ‘Gezi’de darbe yapmaya çalıştı’ diye içeride tutuyorlar. İki kez resimleriyle, her şeyi ile dosya da verdim kendisine (Erdoğan’a).”
“‘GEL ÜYEMİZ OL’ DEMEZLER, KRİTERLER VAR”
“Maalesef şimdi bunların yaşandığı ülkeyi bu arkamızdaki ekranda resimde görünen liderler alıp da ‘Gel bakalım, sen de bizim üyemiz ol’ demezler. Ama Kopenhag kriterlerini teker teker yerine getirirseniz, demokratikleşirseniz, basınınız özgürse, akademisyenleriniz özgürse, düşünce özgürlüğü varsa, hak ihlalleri yoksa, ülkede yaşayanların sorunları konjonktüre göre ‘Sorun’ ya da ‘Değil’ diye kabul edilmiyorsa… Yani ‘Kürt sorunu var’ deyip, sonra hiçbir şey değişmeden ‘Kürt sorunu yoktur’ demiyorsanız. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar vatandaşınız için düşünüyor, taşınıyor, tasarlıyor ve onları mutlu yaşatıyorsanız sizi bu ailenin içine alıyorlar. Yoksa bizim gibi maalesef gidip orada derdinizi anlatmak durumundasınız. Şunu söyledim: Göçmen krizi olduğunda, Suriye’den Türkiye’ye sığınmacılar geldiğinde o zaman Merkel gitti Erdoğan ile el sıkıştı. 6 milyon Euro karşılığında bütün sığınmacıları Türkiye’ye hapsetti. Şu anda Türkiye’de 4,5 milyon sığınmacı var. Çünkü Türkiye, ‘Geleni alacağım, size yollamayacağım’ dedi. Erdoğan karşılığında Türkiye’deki sığınmacılar için para aldı. Şimdi bu anlaşma ne Avrupa’nın ilkelerine uygun… Çünkü bir sorun varsa bu sorunu hep birlikte üstlenmeliydik. Böyle bir ülkeye parasını verip de Avrupa sığınmacı sorunundan bu kadar kolay kurtulmamalıydı. Türkiye’de 4,5 milyon değil o zaman 400 bin sığınmacı olurdu. Geri kalanı da Avrupa Birliği’nin çeşitli ülkelerine yerleştirmiş olurdu. Günü gelince de hep beraber yollanırdı. Ama Türkiye’ye maalesef bu işi yaptılar. Onu hatırlatıp dedim ki ‘Bizi mahvettiniz. Avrupa Birliği açısından da ilkesiz bir iş yaptınız. Türkiye’yi de sığınmacı deposuna çevirdiniz.’ Dedim ki ‘Bu sefer de güvenlik kaygısı var. Efendim Türk ordusu güçlüdür, Avrupa’yı biz koruyalım… Oturup da geçen seferki gibi ilkesiz bir pazarlıkla bizi sıkıntıya sokmayın. Ne yapın? Demokrasi temelli bir müzakere yürütün. Pragmatistler, faydacılar pazarlık eder ama gerçek müttefikler oturur, müzakere eder. Türkiye’yi sıkıntıya sokacak, zorda olan ekonomik durumumuzu da istismar ederek Türkiye ile bir al – ver pazarlığı yapmak yerine gerçek dostlar gibi müzakere edelim ve soruna birlikte çare bulalım.’”
“BİR YIL İÇİNDE TAM ÜYELİK PROSEDÜRÜNÜ TAMAMLAYACAĞIZ”
“Bunun en hızlı çözümü şudur: Biz erken seçim istiyor muyuz? Biz ‘Hodri meydan’ diyorduk. Erdoğan yarın ‘Haydi’ dedi, çıktı. Seçime gittik. Haziran ayında seçimi yaptık, geldik. Biz temmuz ayından itibaren… Onlara da tam şöyle söyledim: ‘Seçimi kazandığımızın ertesi günü ışık hızıyla Kopenhag kriterlerini yerine getirmeye başlayacağız. Türkiye demokratik, özgür bir ülke olacak. Bütün yasakları kaldıracağız. Kapınıza geleceğiz ve tam üyelik isteyeceğiz.’ 77 ülkeden 89 sol, sosyal demokrat, sosyalist parti bir bildirinin altına imza attı, ‘CHP’nin Avrupa Birliği hedefini tam destekliyoruz’ diye. Biz onu yaptığımız takdirde. Türkiye, Avrupa Birliği’ne tam üye olduğunda. Bu tabii öyle iki ayda, üç ayda olacak bir şey değil. Ama bir yıl içinde çok hızlandırılmış bir şekilde süreçleri tamamlayıp, tam üyelik prosedürünün bize düşen kısımlarını yapacağız. Hızla ilerleyeceğiz. O zaman Türkiye’nin artık Avrupa’yla… Mesela gençlerin vize sorunu, onu ayrıca dile de getirdim. İlk günkü temaslarımda vize sorununu hep konuştum. Hastamızın, gencimizin, akademisyenlerimizin, sanatçılarımızın vize sorunu diye bir şey yok çünkü artık Türkiye ile Almanya, Fransa arasında sınır yok. Yunanistan arasında sınır yok. Hepsi Avrupa sınırları içinde olacak. İş adamlarımızın, gidip de anlaşma yapıp… Avrupa’nın iş adamı olacaklar. Çalışanlarımızın işsizlik sorunu diye bir şey olmayacak. Zaten Avrupa’da genç nüfusa ihtiyaç var. Gençlerimiz için Avrupa’nın dört bir tarafına ne zaman isterlerse eğitime gidebilecekleri, ne zaman isterlerse tatil yapabilecekleri, çalışabilecekleri ve dönebilecekleri… Büyük Avrupa ailesinin bir parçası olacağız.”
“KAYGIYLA TAKİP EDİYORLAR”
Genel Başkan Özgür Özel, siyasette dizayn arayışları, soruşturma ve tutuklamalar hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:
“Buraya gelirken bana İstanbul İl Başkanımız Özgür Çelik eşlik etti. Özgür Çelik’in kendisine dava açtılar. Görev yaptığı İstanbul İl Başkanlığı binamıza dava açtılar. İstanbul İl Kongremize dava açtılar. İstanbul İl Binamızın girişinde bir kedimiz var, adı Şanslı. Bir Şanslı’ya dava açmadılar. Suçumuz ne? 31 Mart’ta AK Parti’yi hem de ikinci kez, güçlü bir şekilde her iki İstanbulludan birinin oyunu alarak yenmek. Erdoğan’ın zihnindeki şu ses, kendi sesi onu uyutmuyor. ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ demişti ya, ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır’ demişti ya. Onu hatırladığı için böyle bir rahatsızlık var. Avrupa Birliği’ndeki, Brüksel’deki temaslarla ilgili şunu söyleyeyim. Türkiye’de yaşanan bu süreç çok yakından takip ediliyor. En çok soru bu konuda geldi. Ekrem İmamoğlu’na beş tane siyasi yasak getirilmesi talebi. Davalar hakkında ‘Nedir davalar?’ denildiğinde, ‘Bizim çocuklarımıza yaptığınızı biz sizin çocuğunuza yapamayacağız, dedi savcıya. Bunun için iki yıldan yedi yıla kadar hapis istiyorlar. Üstüne bir de siyasi yasak istiyorlar’ deyince inanamıyorlar ‘Bu mu?’ diye. ‘31 yıl önce alınmış diplomanın iptaline uğraşıyorlar’ dedim. Bunu aslında hem kaygıyla, hem de acı acı gülerek takip ediyorlar. Çünkü şöyle görüyorlar: ‘Demek ki Erdoğan, bundan sonra demokratik yollardan bir seçim kazanamayacağını anladı. Bundan sonra kazanabilmek için bunlara yelteniyor’ diye bakıyorlar. Yine biz ülkemizin oradaki imajı, ülkemizin algısı bu kadar berbat yerlerde olmasın diye Nacho Sanchez’e mesela şunu söyledik: ‘Türkiye raporu yazarken Türkiye’de demokrasi ile ilgili sıkıntılar var, ilerleme yok. Büyük hak ihlalleri var. Elbette yazılıyor, yazılacak.’ Ama ellerine aldıkları zaman bu sefer Kıbrıs hakkında, bu sefer Türkiye’nin diğer hepimizi çok rahatsız edecek konularında, işte Ermeni meselesiyle ilgili filan, mesela o konular noktasında biz yine Türkiye raporunun hakkaniyetli yazılması için mümkün olan en samimiyetli gayreti de gösteriyoruz. Zaten şansımız, Nacho Sanchez son derece hakkaniyetli. Türkiye’yi neredeyse bizim kadar seven, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını benim kadar isteyen bir raportör. Bir de bu kadar şanslı bir dönemdeyiz. Maalesef bunu hiç iyiye kullanamıyoruz. Gittik, gördük, konuştuk. Oradaki görüntü şu: ‘Türkiye’ye çok söylendi, olmuyor. Onlar başka bir tarafı tercih ettiler. Demokrasiyi tercih etmediler. Avrupa’ya sırtını döndüler.’ Öyle bakılıyor. Biz de Türkiye’nin Erdoğan ve AK Parti’den ibaret olmadığını, Türkiye’de son yapılan anketlerde Avrupa Birliği’ne giriş talebinin en son yüzde 68 olarak ölçüldüğünü, yüzde 25’lere kadar geçmişte gerilemiş bu talebin yükselmesinde Türkiye’nin demokrasi ihtiyacının ve Avrupa değerlerine olan bağlılığının, çağdaş, uygar ve zengin bir ülke olmak istemesinin olduğunu, bunun da temsilcisinin biz olduğumuzu ısrarla ve sabırla anlattık.”
“BU FIRSATI DEĞERLENDİRMEK İÇİN DEMOKRATİK OLMAK LAZIM”
“Bizim orada yaptığımız dokuz temas; Gruptaki konuşma, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi Başkanı David McAllister ve Avrupa Sosyalist Partisi Başkanı Stefan Löfven ile yaptığımız görüşmeden, bütün Komisyon başkanları ile yaptığımız görüşmelerden sonra program bitti. Biz kendi Brüksel’deki Birliğimizi ziyaret edip dönüp gelecektik. O sırada Avrupa Parlamentosu olağanüstü bir toplantıya çağrıldı. Olağanüstü toplantı sebebiyle orada İlerici Demokratlar grubunun kendi ülkelerinde iktidar olanları bir hazırlık toplantısı yaptılar. O hazırlık toplantısına benim davet edilmiş olmam son derece önemli, kıymetli bir mevzuydu. O toplantıya gittik. O toplantıda kim vardı, onu söyleyeyim. Bir kez Avrupa Birliği Konsey Başkanı Antonio Costa çağırdı. Toplantıda İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Hollanda İşçi Partisi Başkanı Franz Timmermans, Fransız Sosyalist Partisi Başkanı Olivia Faure, Bulgaristan’ın yeni Başbakan Yardımcısı Atanas Zafirov vardı. Bunlar ülkelerinde iktidarda olan, iktidar ortağı olan, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan olan kişiler ve o toplantıya hazırlık için masaya oturdular. O masanın başına bizi de davet ettiler. Hatta bugün de beşli bir telekonferans görüşmesinde Erdoğan ile de görüşme yapılacak. O görüşmede Pedro Sanchez, Olaf Scholz olacak. O açıdan bizim dünkü yüz yüze temaslarımız çok kıymetliydi. O toplantılarda Türkiye’nin önemini, güvenlik kaygılarını paylaştığımızı, Avrupa’ya katkı sağlayacağımızı, bizi Avrupa’nın itmemesini, aksine bizim hükümetimizin yaptığı yanlışlara rağmen Türkiye’yi kapsamasını, Türkiye ile sıkı işbirliği içinde olmasını ve Türkiye’nin sürecini tamamen terk etmemeleri gerektiğini en uygun dille anlatmaya çalıştık. Şimdi de döndük, takip edeceğiz bundan sonraki süreci. Bizim temaslarımız iyi geçti. Türkiye açısından aslında büyük fırsatların olduğu bir dönem başlıyor. Ama bu fırsatı değerlendirmek için demokratik olmak lazım, Avrupa’ya benzemeye çalışmak lazım. Öyle üçüncü dünya ülkelerine ya da tek adam rejimlerinin yönettiği ülkelere benzeyerek, gazetecileri baskı altına alarak, akademisyenleri alarak, belediye başkanı tutuklayarak, seçilmiş milletvekilinin hapiste tutarak olmaz. Buraya derdini anlatamazsın o zaman.”
“ORDUYU SEN YÖNETMİYORSUN”
Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine yönelik sözleri ve kuvvet komutanlarına ‘Dava açın’ talimatının ardından yapılan başvurular hakkında şunları söyledi:
“Erdoğan bunu, bundan altı yıl önce yine yapmıştı. Ben Hulusi Akar’a, ‘Sen silah arkadaşlarının hayır duasını almamış, bedduasını almış adamsın’ diye Meclis’te konuştuğumda grupta aynen böyle dedi. ‘Önce tazminat, sonra ceza’ dedi. O günün parasıyla 500 bin liralık dava açtılar. Bugünün parasıyla 3,5 milyon falandır. O davalar görüldü, Yargıtay aşaması da bitti. Ve bir kuruş tazminat ödemeye mahkum olmadım. Oradan çıksa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bozardı. Çünkü benim söylediğim şeyin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu herkes biliyordu. Bu sefer de tutmuş ‘Efendim hepsi dava açacak.’ Bir kere o Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı onlara da yeni açtırmış. Ben konuşmamda diyorum ki ‘Genelkurmay Başkanı ile Milli Savunma Bakanı’na sözüm yok bu konuda. Onların gayret sarf ettiklerini biliyorum. Ama bu teğmenleri yakan öbür ikisi. Onların da olduğunu biliyorum’ diyorum. Ben zaten teğmenler meselesinde şunu söylemiştim. ‘Burada ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dedi diye ordudan birilerini atarsanız, siz bu orduya en büyük kötülüğü yaparsınız. Çünkü bu ordunun kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Şimdi diyor ya ‘Başkomutanım.’ Ya anayasada yazıyor. Sen ne başkomutansın? Sen Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yani Meclis 600 kişi birden bir şey yapamayacağı için veya 600 kişi tek cisim olmadığı için başkomutanlık bir kişilik bir iş olduğu için ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi adına temsil görevini yapar’ diyor. Savaş olduğunda zaten başkomutan sen olmuyorsun, orduyu sen yönetmiyorsun. Ama ‘Temsil görevi yapar’ diyor, ‘Benim yerime yapar’ diyor. Sen anayasaya göre başkomutanlık görevini Özgür Özel ve onun gibi milletin görevlendirdiği Meclis’teki herkes adına temsilen yapıyorsun. Sen Ana Muhalefet Liderine ‘Ayağını denk al, yoksa denk getirmesini biliriz’ dersen, işte o Avrupa Birliği fotoğrafında yer alamazsın. Çünkü onların ülkesinde böyle bir siyaset dili yok. Ben ilk genel başkan olduğumda da söylemiştim. Tehdit dili, ne siyaset dili. Böyle bir siyaset dili yok. Bu bir tehdit dili. Ve ben bu tehdit dili terk edilsin diyorum. Çünkü Manisa’nın Hacıaliler köyünde, şimdi işte kırsal mahalle oldu. Manisa’nın Şehzadeler ilçesinin Hacıaliler kırsal mahallesinde, benim mahalle temsilcimle Erdoğan’ın mahalle temsilcisi birbirine bu dille konuşmuyor. Birbirinin cenazesine gidiyorlar, birbirinin düğününe gidiyorlar, bayramlarda hal hatır soruyorlar, yolda karşılaşınca görüşüyorlar. Ve birbirlerine ‘Komşu ayağını denk almazsan denk getiririm’ demiyor AK Partili ve CHP’li olduğu için. Ama en tepedekiler bunu yaptıkları zaman işte ne oluyor biliyor musunuz? Millet aç, millet yoksul, işsiz, sefil, güvencesiz, kaygılı. Biz tepede bunu yapıyoruz. Vallahi utanıyorum. Yoksa yani buna cevap vermek kadar kolay bir şey yok. Gerektiğinde de veriyoruz. Ama gerçekten böyle bir işin parçası olduğum için utanıyorum. Şundan dolayı utanıyorum. Bu ülkede ilk kez hava, kara, deniz harp okullarının birincileri kadın olmuş. Bu Cumhuriyet rüyasıdır. Sen bu kadınlardan birinci teğmeni alacaksın, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dedi diye ordudan atacaksın. Bu da Cumhuriyet’in kabusudur. Birisi Cumhuriyet rüyası, bir tanesi Cumhuriyet’in kabusu. Ne? Cumhuriyet’in kurucu liderine ve ordunun ebedi başkumandanına sadakat bildiren teğmeni ordudan atmak demek, bu ülkenin genleriyle oynamak, bu ülkenin ana kolonunu kesmek demek. Bakın bu ülkenin bir sürü kolonu var. Her biri çok kıymetli. Ama ana taşıyıcı kolon Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür, onun kurduğu Cumhuriyet’tir. Ana taşıyıcı kolon. Bu ülkede yüzde 95, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılığını, sevgisini bildiriyorken sen bunu söyleyen teğmeni atarsan ana kolonu kesersin. Sonra ‘Bu bina niye çöktü’ diye karşısına geçip ağlarsın. Ben o binayı çökertmesinler diye mücadele ediyorum. Yoksa kavga etme niyetinden falan değil. ‘Günü gelince bunun hesabını sorarız’ dedim. Ve nasıl soracağımızı da söyledim. Günü geldiğinde bu teğmenler şimdi kendilerini nerede görmek istiyorlarsa orada. Çünkü bir ara şöyle bir şey oldu. Herkes iyi niyetle yok belediyeye alalım, yok. Nerede kendilerini görmek istiyorlarsa orada olurlar ve biz onlara sahip çıkarız, biz iktidara geldiğimizde bu teğmenler kayıpsız orduya dönecek, onları atanlar da ordudan ayrılacaklar, emekli olacaklar. Bunu söylüyorum ben. Bir değil bin dava açsalar… Bir talimatla başkomutan sıfatıyla diyormuş. Bana bir komutana, iki komutana değil ordudaki her bir asker ve personele dava açtırsa ben bu noktadan bir adım geriye atmam. Çünkü o teğmenlerin duruşu, Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonudur, onlara saldırmak kolonu kesmektir.” (Cumhuriyet Halk Partisi)
Gündemi takip etmek için internet sitemizdeki diğer haberlere göz atabilirsiniz.
SON DAKİKA HABERLERİ
NEWS
28 Mart 2025Kırklareli Merkez Canlı Seçim Sonuçları!
NEWS
28 Mart 2025İYİ Parti’den Sürpriz Belediye Başkan Adayı!
NEWS
28 Mart 2025İsrail Ordusu, Gazze’de Hamas’a Ait 21 Noktayı Vurduğunu Açıkladı!
NEWS
28 Mart 2025Covid Geri Dönüyor! Uzmanlar Tedirgin!
SPOR
28 Mart 2025Filenin Sultanları Olimpiyatlarda!
NEWS
28 Mart 2025Kovid-19’un Eris Varyantı Türkiye’de Görüldü!
NEWS
28 Mart 2025